Bursa ve Çanakkale’de art arda gelen sarsıntılar İstanbul’da da hissedildi… Dolayısıyla yine en çok neyi merak ettik konuştuk? Sallantılar büyük depremin öncüsü ya da habercisi mi, İstanbul’u tehdit eden fayı tetikler mi?.. Deprem bilimcilerden olmadığını duyunca da sakinledik ve daha öncekilerde olduğu gibi yeni bir sallantıya kadar rahatlama pozisyonuna geçtik. Peki ya Allah saklasın ama “evet bunlar öncü, tetikleme olasılığı var” denilseydi ne olacaktı?..
Böyle bir olasılığın düşüncesi dahi ürkütücü çünkü ne İstanbul ne biz hazırız. Dahası genelde hep İstanbul’un ağır bir şekilde etkileneceğini ve resmi rakamlara göre 16 milyonluk bir nüfusun risk altında olduğunu konuşuyoruz ama gerçekte Kuzey Anadolu Fayı’nın etki alanındaki İstanbul, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Sakarya, Balıkesir, Bursa, Yalova, Bilecik, Kocaeli hepsi birden bu kapsamda. Yani Kahramanmaraş merkezli depremlerde olduğu gibi 11 ili etkileyecek bölgesel bir afet olasılığı söz konusu. Böyle bakıldığında da bu nüfus anlamında Türkiye’nin yüzde 40’ı demek. Ekonomi, sanayi tarih ve kültür zenginlikleri de ağırlıklı olarak Marmara Bölgesi’nin kuzeyinde ve güneyinde. Olası yıkıcı bir depremin de Türkiye’yi çok kötü etkileyeceği açık. Nitekim 2023 Şubat’ında yaşadığımız faciadan ders alınarak her il için ayrı ayrı zaten var olan İl Afet Risk Azaltma Planları’nın (İRAP) yanı sıra AFAD Başkanlığı’nca Marmara Bölgesi Deprem Risk Azaltma Planı (MEDRAP) çalışmaları sürüyor…
★ ★ ★
Maalesef bu yerlerin depreme hazırlıklı olmak, özellikle de yapı stoğu durumu da İstanbul’dan farksız değil. Hatta çok daha kötü olan yerler bile var. Mesela Kocaeli, Bursa, Yalova’da mühendislik hizmeti almamış yapılar ve eski yapı stoklarının hâlâ dönüştürülmediğine, doğru zeminlere yapılmayan yerleşim planları olduğuna dönük bölge milletvekillerince gündeme getirilen iddialar da bulunuyor. Benzerleri diğer iller için de geçerli. Yani 1999 depreminden sonra çeyrek asır geçti, geçen yıl da çok büyük acılar yaşadık ama bölgesel anlamda da görüntü iç açıcı değil. Eski binaların yenilenmesi, güvenli kentler anlamında en büyük katkıyı devletin, merkezi ve yerel yönetimlerin, yapması bekleniyor elbette. Ancak bu toplumun diğer kesimlerinin sorumluluğu yok anlamına da gelmiyor. Mesela her sallantıdan sonra depremi konuştuk, konuşuyoruz, fayların, adlarını yerlerini, boylarını deprem üretme özelliklerini, doğrultu ya da yatay atımlı olup olmadıklarını dahi hepimiz ezberledik ama evde, işyerinde binaların sağlamlığını denildiğinde aynı hassasiyet söz konusu değil. Vatandaş binası için “İyi görünüyor” diyene inandı, “çürük” diyene kızdı. Yaptığı da “İyi” diyeni bulmak oldu. Ya da hukuki süreçlerle bazı yerlerde dönüşüm engellendi, geciktirildi. Deprem anında neler yapılması gerektiğini ise hiç kimse ise bilmiyor veya önemsemiyor. Bu parası olan için de geçerli, eğitimi olan ya da olmayan için de…
★ ★ ★
Yine Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün İstanbul için yıllardır var olan bir depremin yıkıcı dalgası gelmeden stratejik yerlerin bilgilendirilmesine (doğalgazı, elektriği kesmek, trenleri yavaşlatmak gökdelenlerde asansörü durdurmak ve turnikeleri açmak vb.) dönük Erken Uyarı Sistemi gibi Kocaeli Üniversitesi’nin AFAD iş birliğiyle Bursa’ya dönük geliştirdiği çalışma var. Başka üniversitelerde projeler üretiyor. Ama İGDAŞ ve Bursa Gaz gibi birkaç örnek dışında hangi kuruluşun, kimin yararlandığı ise soru işareti. Yani bütün hazırlığı devlet, hükümet, belediyeler yapsın yok öyle bir şey. Kurumlar, şirketler, vatandaşların da yapması gerekenler var. Hep birlikte çalışır doğru kurguyu oluşturabilirsek de bundan sonraki depremlerde daha şanslı olabiliriz. Yoksa yaşanan onca felaketten, acılardan da ders almadıysak yapacak bir şey yok artık…